Yazıları

 

subHeader_l

  Gönül Sohbetleri                                                                                                Sabri Tandoğan

 

GERÇEK ŞAHSİYET
Eklenme Tarihi : 4/6/2007 4:20:21 PM


GERÇEK ŞAHSİYET
On yedinci Amerika Cumhurbaşkanı bir konuşma yapmak için kürsüye gelir. Akıllı, dengeli, ne söylediğini bilen bir insandır. Tane tane, yumuşak bir sesle, akıcı bir üslupla konuşmaya başlar. Bir süre sonra, küstah, kendini bilmez, saygısız bir milletvekili alaycı bir ifadeyle kürsüye laf atar. "Sen," der, Cumhurbaşkanına, "Biraz da terzilik günlerinden bahset". Cumhurbaşkanı hiç efendiliğini, olgun tavrını, kibarlığını bozmaz. Sesin geldiği tarafa döner; "Evet," der, "Ben cumhurbaşkanı olmadan evvel terzilik yaparak ekmeğimi kazandım. Çoluk çocuğuma dikiş dikerek helal ekmek yedirdim. Ama ben onurlu, haysiyetli, ciddi ve dikkatli bir terzi idim. Bir gün bile, gerek elbise provalannda, gerek teslim günlerinde akşama olmadı. Günü gününe, saati saatine işimi yaptım. Bununla da iftihar ediyorum.
Gurur duyuyorum. Asıl utanç duyması gerekenler, kirli işlerden para kazanarak çoluk çocuğuna haram ekmek yedirenlerdir". Meclise bir sessizlik çöker. Deminki terbiyesiz ve saygısız çıkışı yapan adamın yüzü kıpkırmızı olur. Bu, tarihe geçen, ibret verici, düşündürücü, örnek alınması gereken güzel davranışlardan biridir.
Çin'de ihtilal olmuş, Maocu güçler imparatorluğa son vermiş, idareyi ellerine almışlardır. Son imparator tahtından alınmış, kendisini küçük düşürmek amacıyla bahçıvan yapılmıştır. Bir gün ağaçlann dibini çapalarken kızıl muhafızlardan biri gelir. Alay etmek ister imparatorla: "Ooo İmparator Hazretleri, bu ne düşüş böyle. Dün Çin tahtında oturan bir imparatordun, bugün çapa yapan bir bahçıvan..." İmparator bu çirkin hitap üzerine çapasını bırakır, büyük bir edep ve saygıyla; "Sayın muhafız," der, "Ben sizin gibi düşünmüyorum. Olaya sizin gibi bakmıyorum. Evet dün imparatordum. Tahtta kaldığım sürece görevimi en iyi yapmaya çalıştım. Bugün bahçıvanım. Görevim ne ise yine onu en iyi yapmaya çalışıyorum. Dün milletime muhatap oluyordum, bugün ağaçlara. Şimdi ağaçlarla konuşuyor, onlara faydalı olmaya çalışıyorum. Onlarla arkadaşlık yapıyorum. Dün imparator olarak mutluydum. Bugün bahçıvan olarak mutluyum. Saygılanmı sunanm". Bu cevap üzerine kızıl muhafız utanır, yüzü kızanr ve koşar adımlarla oradan aynlir.
Efendim, bu iki tarihi olay da bize şunu gösteriyor: Mal mülk, mevki makam sahibi olmak başka, şahsiyet sahibi, efendi karakterli, medeni insan olmak yine başkadır. Bugün ne yazık ki birtakım kimseler, layık olmadıklan makamlara çıkıp, layık olmadıkları ünvanları kazanınca kendilerini bir şey sanıyorlar. Ama insanlık, ama efendilik onlardan o kadar uzak ki. Abuk sabuk konuşmak, firavun gibi hareket etmek onların başlıca özelliği. Çok rahat kalp kırıyor, gönül yıkıyorlar. Ve bu kaba davranışlanndan bir nevi gurur duyuyorlar. Geçenlerde televizyonda utanç duyarak böyle bir rektörün konuşmasını dinledim. Evet, rektör olmuş ama adam olamamış. İnsanlıktan, efendilikten, memleket sevgisinden, insan sevgisinden o kadar uzak ki, çok rahat bir şekilde imam Hatip Okullannın kapatılmasını istiyordu. Hayretler içinde kaldım. Gençlik yıllarımı düşündüm. Hep şu terane tekrarlanırdı; "Efendim, Türkiye'nin geri kalmasına cahil imamlar sebep oluyor. Ne zaman onları okutursak Türkiye kurtulacak." İşte İmam Hatip Okullan açıldı. 0 okullardan memlekete bir çok kıymetli gençler yetişti. Sayın rektör, "Efendim," deseydi, "Bu imam Hatip Okulları iyi güzel de, şu taraflan noksan. 0 noksanlann tamamlanması gerekir”, sarsılmaz, bu kadar kınlmazdım. Yahut “şu taraflan fazla, ifrata gidiyorlar, aşınya kaçıyorlar. Bu yönlerinin törpülenmesi gerekir". Evet her müessesenin kendine göre zaman zaman birtakım artıları veya eksileri oluyor. El birliği ile efendice. saygılı bir şekilde bunları itidal çizgisine getirmek hepimizin görevi. Ama böyle yapmayıp da köküne dinamit koymak, onu havaya uçurmak, işte burası bana akıl dışı, ilim dışı, insanlık dışı gibi geliyor.
Anadolu'da bir atasözü vardır, çok kullanılır: "Bir kere tökezledi diye bir atı vurmazlar." denir. Genellikle bu çağdışı, idrakdışı davranışlar maalesef toplumumuzda çok sık görülüyor. Yazık günah değil mi? Yüce Peygamberimiz; "İki günü birbirine eşit olan ziyandadır" buyuruyor. Bize düşen görev, fert
olarak, toplum olarak, her gün, her saat, hatta her dakika daha iyiye, daha güzele, daha mükemmele gitmek değil midir? Bir söz vardır. Hatasız kul olmaz derler. Hepimizin hatalan var, hepimizin artılan, eksileri, noksanlıklan veya fazlalıklan var. Önemli olan, el birliği ile bunlan itidal çizgisine çekmek olmamalı mı? Peygamberimiz bir Hadisinde; "Hayatta hiçbir konuda itidal dışına çıkmayın. İfrat veya tefritlere gitmeyin. Daima orta yolda kalın" buyuruyor. Cemaatten biri; "Ya Resulullah hepsi iyi güzel de, ibadette aşın gitsek daha iyi değil mi?" diyor. Peygamberimiz cevaben; "Siz siz olun, ibadette dahi aşınya gitmeyin. Çünkü sizden evvel gelen nice kavimler dinde ifrata gitmek yüzünden helake uğradılar." buyuruyor.
İtidal çizgisini, ben medeniyetin, efendiliğin, edebin, saygının, güzelliğin, ilk harfi olarak görüyorum. Çünkü insanlık kültür tarihi baştan itibaren incelenecek olursa, hep insanlann başına ne geldiyse, ifrata veya tefrite gitmeleri yüzünden geldiğini görürüz. Hayatın bir genel çizgisi var, işleyiş kanunlan var. Tek başımıza onlan değiştiremeyiz. Altında kalır, eziliriz.
Yıllar önceydi. Olimpiyat müsabakalan yapılıyordu. Televizyonlar müsabakalan günü gününe yayınlıyorlardı. Sıra haltere gelmişti. 0 günün Bulgar şampiyonu Vasilevski önce Bulgaristan, sonra Avrupa, sonra da olimpiyat rekorunu kırdı. Hakem, yaşlı, tecrübeli bir zattı. Vasilevski'ye dondu. "Bırakalım mı artık?" dedi. Vasilevski, kırdığı rekorlann sarhoşluğu içinde; "Hayır," dedi. "Devam edelim."
Bu sefer hakem çok az bir rakam ilave edilmesinde Vasilevski'yi güçlükle ikna etti. Bulgar şampiyonu itiraz etti. Mütemadiyen; "Daha" diyordu. "Daha çok koyalım. Ben onu da kaldınnm. Ben güçlüyüm." Hakem çok güçlükle Vasilevski'yi durdurdu. "Gel," dedi, "çok azdan başlayalım, yavaş yavaş çıkalım". Biraz sonra o çok az ilave edilen rakamla Vasilevski halterin başına geçti. Önce zorlandı, zorlandı sonra birden yıkılıverdi. Bir türlü o koca halterci yerinden kalkamıyordu. 0 konulan küçücük bir ağırlık Vasilevski'yi perişan etmeye kafi gelmişti.
Hayat böyle efendim. Hepimizin kaldıracağımız bir yük var. Taşıyacağımız bir ağırlık var. Haddimizi bilelim. Efendiliğimizi bilelim. Ölçümüzün dışına çıkmayalım. Güzel başlayalım, güzel bitirelim. Ömer Hayyam bir şiirinde;

"Sevginle gireceğim toprağa,
Sevginle çıkacağım topraktan."

diyor. Bizler de hayatımızı nezih, temiz, efendice yaşayalım, iman içinde çene kapayalım ki, sonumuz da hayırlı gelsin. Allah bunu bize de, yeryüzündeki bütün insan kardeşlerimize de nasip etsin.

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]