YAŞAMIN İNCELİKLERİ
Eklenme Tarihi : 10/31/2011 11:57:21 AM
Kâinatın Efendisi, "Hiçbir şeyde acele etme. Acele şeytandandır.” buyuruyor . Her işini zevkle, heyecanla, aşkla yap. Haz al işinden. Keyifle yapılmayan işten hayır gelmez. Yaşamının her ânını, bir şiir haline getir. Yunus “Aşk gelicek, cümle eksikler biter.” diyor. Bir yerlere varma telaşı içinde değil, yaptığın işin, yaşadığın ânın tadını çıkara çıkara yaşa. Elinin değdiği her nesneye, içindeki aşktan ver. Madem ki, her zerreden zikreden Allah’tır, elinin değdiği yerde gül bitsin. Çıktığın merdiveni bile ayak ucunla okşa, “Seviyoruz, seviliyoruz, güzelliğimiz bu yüzden.” de.
Güzellik sadelikte, doğallıkta, içtenliktedir. Ver, hep ver. Sürekli ver. Resulullah Efendimiz, “Veren el alan elden hayırlıdır.” buyuruyor. Hep almayı düşünenler, ruhen tekâmül edememiş, basit, ilkel, geri insanlardır. İnsan, verdikçe güzelleşir, yücelir, büyür. En güzel yaşam, en sade, en basit, en kolay, çalımdan, gösterişten uzak en doğal yaşamdır. İnsanlar, doğallıktan, tevâzudan, incelikten, efendilikten uzaklaştıkları oranda çirkinleşirler, sevimsiz olurlar. Güzellik; sessizlik ve boşluk duygusundadır. Tıklım tıklım eşya dolu bir mekân insanı yorar. Ancak sessizlikte, edebin, inceliğin hâkim olduğu mekânlarda güzellikler algılanabilir, yaşanabilir. Kartallar yalnız uçarlar, kargalar sürü halinde. Kalabalık ve gürültüde insan sürünün bir üniteridir. Düşünemez, hissedemez.
Yaptığımız ne olursa olsun, onu kendimizi tanıma ve gerçekleştirme yolu olarak benimsemeliyiz. Her işte kendimizi bütünüyle ifade ederiz. İş vasıtadır, egzersizdir. Önemli olan kendimizi ifade edebilmektir. Her iş kutsaldır. Yapılan işten çok, onu nasıl yaptığımız bize ya çok şey kazandırır, yahut çok şey kaybettirir. Güzellik bir işin yapılış üslûbundadır. Yaptığı işte yoğunlaşan, bütün benliğini veren, sonucu düşünmeyen insan, ruhen arınır, temizlenir, yücelir ve güzelleşir. Ânı yaşayanlar, farkında olanlar, her soluk alışta yüzleri tebessümle aydınlananlar ne güzel insanlardır. Onlar hiçbir şeye kafalarını takmazlar. Olan, olması gerekendi deyip, yeni bir hayata başlarlar. Onlar, her davranışlarında beden, zihin ve ruh bütünlüğü içinde oluyorlar. Biliyorlar ki, yaşam o anda önümüze açılan yolu yürümektir.
Gerçek mucize su üzerinde yürümek değil, toprağa sağlam basmak, üzerinde adam gibi yaşamaktır. Çelişkilerden bir güzellik damıtabilmektir yaşama sanatı. Aslında çelişkiler de yoktur hayatın özünde. Onlar birbirlerini tamamlayan, bütünleyen unsurlardır. Pilin artı ve eksi uçları arasında bir çelişki var mıdır, yoksa onlar birbirlerini bütünlüyorlar mı? Neden aynı şeyi ruhla beden, madde ile mânâ, dünya ile ahiret için düşünmüyoruz? Onlar da, birbirleri ile çelişmiyor; birbirlerini tamamlıyor, bütünlüyorlar.
Türk toplumu bugün zihnî ve ruhî bir boşluk içinde. Bize bir şey gösterilmedi. Hiçbir güzel şey tattırılmadı. Kafamızda, kalbimizde bir aşk, bir heyecan, bir estetik duyarlık uyandırılmadı. Biz, Yunus gibi, “Benim bir karıncaya ulu nazarım vardır.” diyemedik. Bomboş yaşıyoruz. Hayatımız mutfak, tuvalet, yatak odası üçgeni içine sıkıştırıldı. Ne istediğimiz belli, ne olmak istediğimiz kişilik. Günlük zavallı tesellilerle avunuyoruz. Necip Fazıl “Sebep ne ölmektense, bu hayatı tercihe.” diyor ve ekliyor:
“Bıçak soksan gölgeme
Sıcacık kanım damlar
Gir de bir bak ülkeme
Başsız başsız adamlar…”
Evet realite bu ama, önemli olan, karanlıklara küfretmek değil, minicik de olsa bir umut ışığı, bir mum ışığı yakabilmektir. Çevrede güneş yok diye feryat edeceğimize, biz kendimiz güneş olup, kendimizi de, çevremizi de aydınlatma yoluna neden gitmiyoruz? Neden her şeyi başkalarından bekliyoruz? Unutmayalım ki, mânevî, derûnî yaşayışı olmayan insanlar ister istemez, çevrenin kölesi olmaya mahkûmdurlar. İstatistik yapmışlar, mahkûmların yüzde doksanının büyüme çağındayken babalarından, “Seni, büyüyünce hapse atacaklar” sözünü duydukları tespit edilmiş. Ve bir gün söylenen söz vücut bulmuştur. Atalar sözü ne kadar anlamlıdır; “Hayır söyle işine, hayır gelsin başına…”
Başarının yolu insanları anlamaktan, onlarla sevgi, saygı ve ilgiye, hoşgörüye dayanan uygarca bir diyalog kurmaktan geçer. İnsanları anlama becerisi, insanın sahip olabileceği en güzel meziyettir. Hepimiz aynı gökyüzü altında yaşıyoruz ama aynı paralelde değiliz.
Anlam sözcüklerde değil, insanlardadır. İyi bir dinleyici olmak için, hiçbir zaman vakit geç değildir. İletişim temeli iyi dinlemektir. Mesnevi “Dinle” diye başlıyor. Kur’an-ı Kerim “Oku” diye… Konuş diye başlayan kitap görmedim. İnsanları kazanmanın ilk şartı, onları edeple, saygıyla dinlemektir. Yunus, “Hepisinden iyisi bir gönüle girmektir” der. İnsanları hayatta en çok mutlu eden olay muhatapları tarafından edeple, saygıyla dinlenmektir. Bir gün tanıdığım bir genç evlendi. Bu genç çok yakışıklı, çok kültürlü ve çok varlıklı bir insandı. Kendi halinde, hiç de güzel, cazibeli olmayan bir hanımla evlendi. Bir gün ziyaretime gelmişti. Bu hususu kibarca ona sordum: “Eşini seçerken en çok neye dikkat ettin?” dedim. “Efendim,” dedi, “ben konuşurken öyle büyük bir dikkatle, ciddiyetle beni dinliyor ki en büyük neden bu oldu.” Bu olayı hiç unutmuyorum. Dinlemek bir sanattır. Onun kıymetini bilenlere ne mutlu.
NİSAN 2011
HAK-SES
|