Yazıları

 

subHeader_l

  Gönül Sohbetleri                                                                                                Sabri Tandoğan

 

HAYATLA UYUM İÇİNDE OLMAK
Eklenme Tarihi : 10/5/2012 4:35:32 PM


Şair Özdemir Asaf bir şiirinde, “Kime sorsam, bir odası noksan” diyor. Kendine has benzetmesi ile herkesin bir şikayeti, bir memnuniyetsizliği olduğunu belirtiyor. Çevrenize bakın, herkes şikayetçi… Bu şikayetleri sıralayacak olsak sabah olur. İnsanlara şöyle bir soru sorsak: Çevrenizdeki insanlardan hiçbir konuda şikâyeti olmayan kimse var mı desek, acaba cevap alabilir miyiz? Bu neden böyle oluyor? Herkes kendine göre bir cevap bulabilir. Bana sorarsanız “şükürsüzlükten” derim. Şükretmeyen insanlarda isteklerin sonu gelmiyor. Bütün istekleri yerine gelse bile bazı kimseler yine şükretmiyorlar. Hep “daha” diyorlar. Daha, daha… Sonu gelmiyor. Şunu iyi bilelim ki doğan her insan birbirinden farklıdır. Bir atasözü vardır: “Boyuma göre boy buldum, huyuma göre huy bulamadım.” diye. Gayet tabii çevremizdeki insanlar birbirinden farklı olacak. Bütün mesele insanları olduğu gibi kabul edebilmekte. Kendi gönlüne göre eş, dost, akraba arayanlar iyi bilsinler ki hepsi de havalarını alırlar. Kendi gönlümüze göre insan ararsak o zaman asıl zararı kendimize vermiş olmaz mıyız?

Gerek öğrencilik yıllarımda, gerek memuriyetimde ve onu takip eden emeklilik yıllarımda anlaşamadığım hiç kimse görmedim. Daha doğrusu gönlüme göre insan aramadım. Karşıma kim çıktıysa ona saygıyla yaklaştım, edeple yaklaştım ve kendiliğinden aramızda güzel bir dialog kuruldu. Gerek aile hayatında, gerek iş hayatında “anlaşamıyorum” diyen insanlara hayret ediyorum. Gayet tabii bir kimse gelin gittiği evde kayınvalide olarak, görümce olarak, birtakım yaşlı büyükler olarak farklı mizaçta, farklı yapıda insanlar görecek. Bunlar kim olursa olsun, önemli olan onlara sevgiyle, saygıyla yaklaşmak, edebin bütün inceliklerini göstermek. Onlar bizi sever, sevmez, beğenir, beğenmez, bu onların bileceği iş. Bizim vazifemiz onların duygu ve düşünceleri ne olursa olsun, daima saygılı olmak, edepli olmak. Aynı durum işyerleri için de aynen bahis konusu. Hep şunu düşüneceğiz: Acaba amirlerimizin bizden istediği nedir? Nasıl bir davranış tarzı içinde bulunalım ki amirlerimizin beğenisini kazanalım? İnternette bir sitem var. Her gün yurtiçinden, yurtdışından bir çok mailler geliyor. Bazı kimseler diyor ki; çalıştığım müessesede en üstün ben olmalıyım. Böyle bir iddia kendiliğinden birçok huzursuzlukları da beraberinde getiriyor. Münâkaşaları, kıskançlıkları getiriyor. Zorunlu olarak çevreyle bir uyumsuzluk kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ne gerek var böyle bir iddiaya? Önümüzdeki işi güzel yapalım, temiz yapalım, çevreyle güzel ilişkiler kuralım. Bunlar yetmiyor mu? Hayat olayları karşısında aldığımız doğru veya yanlış tavırlara göre uyumlu veya uyumsuz oluyoruz. Bunlar da aslında bizim imtihanlarımız olmuyor mu?

Bir düşünsek, bizi çevrenin en üstün insanı olmak istemeye iten nedeni araştırsak, karşımıza koskoca bir nefsaniyetten başka ne çıkar? Bizim en kuvvetli düşmanımız kendi nefsimiz değil mi? Büyük Türk velîsi Ahmet Yesevi Hazretleri, “Eller yahşi, biz yaman, eller buğday, biz saman.” der. Bir de şunu düşünsek, acaba biz insanların sevgisine layık mıyız? Yüce Peygamberimiz, her gece yatarken dua edermiş: “Allah’ım Beni bir an, bir andan da kısa bir zaman nefsime bırakma.” dermiş. Kâinatın en büyük insanı böyle dua ederken, bizim kendimizi nefsaniyetin kollarına bırakmamız ne ile izah edilir? Öteden beri hayret etmişimdir: Bazı kimseler herkes tarafından sevilmek isterler. Bir düşünseler, buna imkân var mı? Kâinatta hiçkimse, herkes tarafından sevilmemiş ki biz sevilelim… Sonra sevgi olayı o kadar kolay mı ki? Rahmetli Hocam Münir Derman, “Şu gök kubbenin altında seni sevecek bir göz ara.” derdi. Yunus Emre de “Hepisinden iyisi bir gönüle girmektir.” derken bu gerçeğe işaret etmiyor mu?

Önemli olan bir insanın her şeyden önce kendi iç dünyasında bir nizam, bir ahenk kurabilmesidir. Kendi kendisiyle sulh ve sükûn içinde olmayan bir insan, hayatla da uyum içinde olamaz. Bunun için nasıl fırtınalı havalarda gemiler sığınacakları sâkin bir liman ararlarsa, insanların da buhranlı, bunalımlı, sıkıntılı günlerinde sığınacakları imân kalelerinin olması gerekir. Hayat olayları karşısında acaba İslâmî bir tavır takınabiliyor muyuz? Bir problem karşısında kaldığımız zaman, acaba “Peygamberimiz böyle bir durumda nasıl bir tavır takınmıştı, nasıl bir çözüm yolu bulmuştu?” diyebiliyor muyuz? Acaba hayata geliş nedenimizi, nasıl hareket etmemiz gerektiğini hiç düşündük mü? Çevrenizde kültürlü bildiğiniz insanlara bir sorun: “Hayat nedir? Yaşamak nedir? Varoluş nedir? Nasıl bir hayat yaşayalım ki sonunda pişman olmayalım? Son nefesimizin yaklaştığını görünce, ‘Eyvah, pişman olduk’ demeyelim?” Acaba kaçı bu sorulara doğru cevap verebilir? Ateist insanların zâhiren mutlu ve huzurlu görünmeleri ne ifade eder? Onlar sadece kendi kendilerini kandıran zavallılardır. Fikret bir şiirinde, “İnan Haluk, ezelî bir şifâdır aldanmak.” der.

Hayata karşı takınılacak en büyük yanlışlardan biri de önyargılarla hareket etmektir. Bir husus dikkatimi çekiyor: Günümüz genç kızlarından bazıları, ne pahasına olursa olsun ille evlenmek istiyorlar. Evet, evlilik çağına gelmiş bir genç kızın evlenip yuva kurmak istemesi çok normal ama bunu bir fikri sabit haline getirip, ne olursa olsun birisiyle muhakkak evleneceğim demek ne dereceye kadar doğru olur? Ne yazık ki günümüzde boşanmalar her gün biraz daha artıyor. Bunun sebeplerinden biri de bu tür önyargılar değil mi? Nikâh törenlerinde dikkât ediyorum, iki taraf da birbirinin ayağına basmak için çaba harcıyor. Ne kadar çirkin bir âdet. Şuur altında bir üstünlük iddiasından başka nedir ki bu çirkin adet. Ne lüzum var üstünlük savaşına? Önemli olan ilk günden itibaren el ele vererek tertemiz, pırıl pırıl bir hayat yaşamak değil mi? Rahmetli eşim Rânâ Hanımla nikâhımız kıyıldı. Sıhhiye, Cihan Sokaktaki evimize geldik. Daha kapıdan girmeden, “Rânâ gel, seninle bir mukâvele yapalım.” dedim. “Şu anda yeni bir hayata ilk adımımızı atıyoruz. Diyelim ki şu andan itibaren bu evde ne senin dediğin olacak, ne benim dediğim olacak. Yalnız Allah’ın ve Peygamber’in dediği olacak.” Kırk dört yıl bu mukâveleye riâyet ettik. Bir tek gün aramızda münâkaşa olmadı. Eşler arasında bir üstünlük savaşı değil, sadece el ele verip bir yardımlaşma, hayatın getirdiği sıkıntıları, dertleri, sevinçleri paylaşmak esas olmalıdır.

Bir gün bir adam İmam Gazâli’ye gider. “Efendim,” der, “son nefesime kadar hayatımı çok güzel yaşamak istiyorum ama cahil bir insanım. Uzun sözleri kafamda tutamam. Bana kısaca ne yapmam gerektiğini anlatır mısınız?” İmam Gazâli, “Evladım,” der, “Her gördüğünü Hızır, her geceni Kadir bil.” Sadece bu söz bile insanın iki dünyasını birden cennet etmeye yetmez mi?

Hayatta her varlığın bir yaradılış sebebi vardır. Bir Fransız bilim adamı zaman zaman, “Allah’ım hayatta ne yarattıysan hepsi iyi, güzel. Ama şu fareler ne kadar pis, iğrenç mahluklar. Bunları niye yarattın ki…” diye düşünürmüş. Bir gece rüya görüyor. Yaşlı bir kimse, “Sen fareler hakkında araştırmalar yap ve sonra bulduğun sonuçları bir kitap halinde bilim âlemine sun.” diyor. Bilim adamı, uzun araştırmalardan sonra şu sonuca varıyor: Fareler olmazsa tabiatın düzeni aksar. Yazdığı bir kitapla bu gerçeği bilim âlemine sunuyor ve ondan sonra bütün hayatı sevgiyle kucaklayarak huzur içinde yaşıyor.

Hayatla uyum içinde yaşamanın şartlarından biri de, sâde, mütevâzı, gösterişten, ihtirastan uzak, nezih, temiz bir hayat yaşamaktır. İnsanlar gösterişe, hava basmaya, çalım satmaya merak sardıkça hayatla uyum içinde olmaktan uzaklaşırlar. Yunus, “Bunca varlık var iken, gitmez gönül darlığı.” diyerek meseleye ne güzel ışık tutuyor. İhtiras sahibi kimseler hiçbir zaman hayatla uyum içinde olamazlar. Elindekiyle yetinmek, sahip olduğu imkânlara rıza göstererek ayağını yorganına göre uzatmak, haddini bilmek ne güzel meziyetlerdir.

Hepimizin günleri sayılı. Hiçbirimiz sabaha çıkacağımızı bilmiyoruz. Hâl böyleyken bu kırgınlıklara, küskünlüklere ne lüzum var? Yunus, “Seni deli eden şey yine sendedir sende.” der. Oysa bugün pek çok insan mutsuzluğunun, huzursuzluğunun sebebini hep karşısındaki insanlarda arıyor. Öyle bir hayat yaşayalım ki, kalbimizi ve kafamızı kinlerden, düşmanlıklardan, nefretlerden, intikam duygularından koruyalım. Tek istisna olmadan yer yüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün bitkileri Muhammedî bir aşkla kucaklıyalım. Yunus, bir başka şiirinde ne güzel söylüyor:

“Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim, sevilelim
Dünya kimseye kalmaz”

O halde ne bekliyoruz?


SABRİ TANDOĞAN
HAK-SES, MAYIS 2012

...::Bu yazıyı arkadaşına gönder::...

Geri Dön

 

[Ana Sayfa] [Sabri Tandoğan] [Kitapları] [Yazıları] [Röportajları] [Resim Albümü] [Sizden Gelenler] [Dosya Arşivi] [Arama] [İletişim]